ÜYELERİMİZDEN HABERLER


Üyeniz GÜLSEREN ENGİN'in " Smymann Gözyaşları" isimli romanı çıktı.




ARKA KAPAK YAZISI

Bu kitap İzmir’in Yunanlılarca işgali döneminde geçen Rum kızı Smyrna ile Çakır Osman’ın, Seher ile Tilki Mahmut’un aşk hikâyelerini anlatmaktadır. Bir yandan Yunan ordusunun Ege’nin içerlerine doğru saldırısı ve işgali, halka yapılan eziyetler, yakıp yıkmalar, kadınlara tecavüzler, çocuk, genç, yaşlı demeden yapılan toplu katliamlar, bir yandan Ege dağlarında yanan çoban ateşleri, kahraman efeler, zeybekler, gönüllüler ve bir kaç subayla Kuvay-ı Milliye’nin kuruluşu… Güçlü ve donanımlı Yunan ordusuna direnen bir avuç kahraman… Diğer yandan Yunanlılar içinde barışı savunan savaş karşıtları…“ Zito i Epanastasis” “ Yaşasın İsyan” diye işgale karşı çıkan Yunanlılar…




ÜYEMİZ ESME ARAS' A AİT "NEPTÜN MAVİSİ DÜŞLER" VE "ANKARA'DA EDEBİYAT-EMSAL/SİZ"İSİMLİ KİTAPLARI



"Neptün Mavisi Düşler" için arka kapak yazısından...


"Güzelliğini tüm cömertliğiyle sergileyen; sisin buğusu dağılmış olduğu halde tüller arkasında dans eden, yarı çıplak bir kadın bedeni gibi kıpırdanıyordu deniz karşımda. Kıyıyla oynaşması ve rengi, Ege’den farklıydı. Cüretkâr bir mavilik değildi bu. Bazen yeşile ya da griye evrilen, iklime göre değişkendi. Ufukta ada, adacık, kara parçası uzantısı, girintili çıkıntılı bir kıyı şeridi arıyordu gözler. Ama yoktu. Alabildiğine deniz… Gökyüzü karardığında deniz de füme bir bulut gibi abanıyordu kentin, insanın üzerine."
“Usul usul mavi bir hüzün fısıldıyor bu öyküler bize. Yalnızlığın masmavi bir umuda açıldığı yerdeyiz, onun peşindeyiz. Ayaklarımız suda, başımız bulutlarda. Her şeye rağmen yaşamak güzel diyor Esme Aras. Dokunuyor, hissediyor ve yaşama dair incecik bir sızı bırakıyor içimizde.”/ Gamze Güller
“Esme Aras’ın anlatılarında mekân ve yalnızlık önemli unsur. Bir akşamüstüne, dalgalı denize, güz bahçelerine, yağmurlu sokaklara, hele ‘içinden müzik geçen sokağa” düşüyor yolunuz; onun sözcüklerinin peşi sıra gidiyorsunuz. Bir de yalnızlık, sepya rengi fotoğraflara dönüşüyor onun anlatılarında.”/ Ali Turan Görgü
“Her şey ellerimizdedir. Sonunda, işte, o hep özlediğin saat geldi, duruyor kaleminin ucunda. Artık başka bir şey yapamazsın. Düşündeki, kalemine damlıyor. “Hay”dan gelip, “huy”a giden öyküler değil bunlar. Okuyun, size de dokunacaklar. Esme Aras’ın “okuma koltuğu”ndan “yazı masası”na geçmesine çok sevindim.”/ Tarhan Gürhan
“Şiirselliğin zirvesine yükselen öykülerin yazarı Esme Aras okurlarını duygusal yoğunluğun doruklarına ulaştırıyor. Yazar, söz sanatlarını ustalıkla kullanarak derin yapılarında çok katmanlı dizgeler barındıran öykülerinde okurun düş gücünü, duygularını ve estetik duyarlılığını tetikleyerek geleneksel kalıpların ötesine başarıyla geçiyor. Okura her öyküsünde çözmesi gereken ustalıkla örülmüş gizemler sunan Aras’ın yazınsal gücü, okurunu öykülerinin sarmal yapılarında bulunan çoğul anlamlı ve sanatsal dil kullanımlarında gizlenen sırlar arasında yolculuğa çıkarmasında yatıyor. Okunması gerekli bir kitap "Neptün Mavisi Düşler" / Aysu Erden


ÜYEMİZ ESMA ARAS'IN ANKARA'DA EDEBİYATI İSİMLİ KİTABI ÇIKTI.





"Ankara'da Edebiyat - Emsal/siz" tanıtım bülteninden...
Bu kitap; Ankara’da yazmış ya da Ankara’yı yaşayarak yazmış, ömrünü bu kente vermiş, hayatının bir dönemini burada geçirmiş yazarların Hürriyet Gazetesi’nin Ankara ekinde konuk edilerek, 2012-2015 yılları arasında her ay düzenli olarak yayımlanan edebiyat söyleşilerinden oluşan bir seçkidir. Ulusal gazetelerin yerel haber eklerinde, edebiyat söyleşilerinin kendine yer açma çabası elbette çok anlamlı. Çünkü haber akışının çok yoğun olduğu günlük gazeteler, önceliği doğal olarak son dakika haber ve gelişmelerine verdikleri için sayfada ilk tasarruf edileceklerden biri oluyor edebiyat da. Kitap, bu nedenlerle gazete baskısında ancak bir bölümü yayımlanmış söyleşilerin daha fazlasını içermektedir ve böylece Medakitap Yayınları tarafından röportajların bütününün okurla yeniden buluşması sağlanmıştır.
Kitapta, Necati Tosuner, Erendiz Atasü, Nazlı Eray, Özcan Karabulut, Attila Şenkon, Aysun Kara, Tarhan Gürhan, İbrahim Karaoğlu, Gamze Güller, Onur Çalı, İnci Gürbüzatik, Suzan Bilgen Özgün, Ayten Kaya Görgün, Halil Genç ve Tekgül Arı ile Ankara’dan yola çıkıp edebiyat düzleminde devam eden doyurucu söyleşiler var.



ÜYEMİZ YAYLA BOZTAŞ'IN "ÇAYIM ÇİÇEK KOKUYOR" İSİMLİ ÖYKÜ KİTABI NEZİHER YAYINLARINDAN ÇIKTI.






Yayla Boztaş'ın "Çayım Çiçek Kokuyor" öykü kitabı bir ilk kitap ama bir o kadar da nitelikli öykülerden oluşuyor. Yayla Boztaş ilk kitapla öykü dünyamıza iddialı girdi. Sevgi-insan ilişkileri- doğa- özlem - hayatın bize verdiklerini aldıklarını, eleştirel gözle, empatiyle hissetirerek, etkili bir dille yazdı.İkinci kitabını yazarken bu öyküleri aşacak bu öykülerin etkisini unutturacak yeni öykülerle bizi buluşturacağına dair içimde bir his var ve bunu kendisi ile dün paylaştım. Çayım Çiçek Kokuyor'u okuyun./Mine Ömer Kaya




Üyemiz GÖNÜL ÇATALÇALI'nın romanları "İSİMSİZ" ve "Güvercin Beyazı"

"İsimsiZ" ilginç, farklı bir roman adı. İsmi olmayan ne olabilir, diye düşünüyor insan. Çatalcalı belli ki okuru bilinene, alışılmışa değil; çok değişik, belki de tahmin bile edemeyeceği sulara götürecek. Son harf diğerlerinden büyük yazılmış. "Z" abecenin de son harfi. Bu önemli bir ipucu mu yoksa? “-siz” eki olumsuzluğu belirtse de aslında “yokluk” eki. Yok olan ne? İlk düşüncelerim bunlar. Romanı okudukça anlıyorum ki yazar, bu adla okuru gerilime, "merak" öğesinin insanı saran büyüsüne hazırlıyor.






Yazar, “İsimsiZ” diyerek “Kadının Adı Yok” diyen Duygu Asena’ya ince, zarif bir gönderme yapmışbence. O’nu anmamızı, O’nu yeniden düşünmemizi istiyor sanki. Toplumumuzdaki kadını, kendine kıvrılmış, solmuş gülleri roman diliyle anlatmak, kapanmayan bu yarayı bir kez daha sorgulamak; belki de görmeyen gözlere, aldırmayan gönüllere göstermek amacında. Bastırılmış, ezik kadınların topluma duyuramadıklarını, içimizi acıtacak bir sesle, bağırarak duyurmak istiyor. Zaten kitabını geçmişini, geleceğini ağır bir yük gibi taşıyan tüm kadınlara armağan etmiş Çatalcalı. Özneyi görmezden gelenlerin yozluğunu, sapkınlıkların nesnesi durumuna düşürülen kadınların onur savaşımını anlatıyor roman. Kavurucu sıcaklığı hiç bitmeyecek gibi görünen bu toplumsal olayın roman sanatına nasıl yansıtıldığını göstermesiyle de etkili bir örnek.
Ne yana dönse sevgisizlik duvarlarıyla kuşatılmış kadınlara gün ışığı olma isteğiyle yazılmış bir roman İsimsiZ. Bebeklik, çocukluk çok önemli insan için. Dinleyemediği ninnilerin, masalların, ezgilerin, atamadığı kahkahaların, paylaşamadığı iç güzelliklerin onulmaz yarası hiçbir zaman kaybolmuyor. Çocukluğu, bir an önce geçirilmesi gereken geçici bir dönem olarak gören yetişkinlere Çatalcalı, gönül diliyle “hayır” diyor. Kolaycı çözümlemelerle insanı anlamanın mümkün olmadığını, gerçeği doğru anlamanın yolunun çocukluktan geçtiğini gözler önüne seriyor.
Roman 2010 – 2013 aralığında yazılmış. Yazar, yan karakterlerin toplumcu kimliklerinden yararlanarak bu dönemdeki olayları da duyarlı bir aydın gözüyle dile getiriyor. Ana temadan uzaklaşmamak için toplumsal olayların, yapılan eylemlerin derinliğine inme çabasına doğal olarak girmiyor. Kısa bir bölüm olmasına karşın 6-7 Eylül olaylarının anımsatıldığı bölümde, Trevor’un kişiliğinde Ermeni hüznünün çok başarılı çizgilerle işlenmesi de yapıta artı değer katıyor.
Öykü türündeki dil ve anlatım yetkinliğinin özgüveniyle bu ilk romanında da Türkçeyi ustalıkla kullanıyor Çatalcalı: “Alnındaki yarılmış kuru toprak çizgileri, yokluğun en büyük varlık olduğunu düşünmek, tüketici bir yok oluş, neşesini kaybetmiş sararmış eşyalar, hayatını çeşitlendirme gereği, sessiz bir dünyanın siyah suları, köpüklü lacivert, yitirişin ardından düşünsel çözülme, buzlaşmış yüreğinde mum alevi, derinlikleri olan bir yalınlık, yine ve yeni bir kimsesiz…” gibi söyleyişler anlatımı şiirleştiriyor. Romanın tümüne yayılan iç ses, sanki yanık bir ezgi, yürekten kopan bir ağıt. Okurun içine işliyor.
Romanda evli erkeklerin hayli hırpalandığı da yadsınılmaz bir gerçek. Kadındaki inceliklerin kavranılmadığı, tanımadan ilk etkilenmenin tutkusuyla kadına yaklaşıldığı, mutlu evliliklerin bir yanılsama olarak görüldüğü gibi saptamalar, kişisel düşünce olarak kalıyor. Yazarın yanlı bir tutumla genelleme yapmaması takdire değer.
Anlatmanın bin bir yolu vardır, denir. Kadın sorunu hep anlatıldı, anlatılacak da. Gönül Çatalcalı “bin ikinci” yolu bulmuş. Sıradanlık tuzağına düşmüyor.
İsimsiZ, merakla okunan bir roman. Sanırım okuru çok olacak, buluştaki özgünlük ve kurgulamadaki ustalıkla uzun süre gündemde kalacak.
Gönül ÇATALCALI, İsimsiZ, Roman, Tekin Yayınevi,263 s.Basım: Ekim 2014




"GÜVERCİN BEYAZI" ÜZERİNE




Hayatın sesi ile iç sesinizi buluşturun!

Güvercin Beyazı’nı elime alıp kapağını açtığımda, beni farklı bir okuma serüveninin beklediğini hemen anladım. İlk dikkatimi çeken, kitabın girişinde yer alan Gönül Çatalcalı’nın yazma serüvenini konu edinen özgeçmişi oldu. Çatalcalı, kendisi için, “Dünya vatandaşı, Türkiyeli, Egeli, Akhisarlı, Karşıyakalı, eğitimci” diyor. Birkaç sayfalık açıklamadan daha açıklayıcı bir cümle...
İlk öykü için hazırdım artık. Hissediyordum: “Lezzetli bir kitap” ile karşı karşıyaydım. “İçindekiler” sayfasını sabırsızlık göstererek hemen atladım. Bir anda kendimi iyi bir kısa öykünün vereceği hazzı barındıran bir metin ile karşı karşıya buldum. Çatalcalı, “Başlangıç İçin” diye bir başlık koymuş ve öyküleri ile arasındaki o görünmez bağ üzerine kısacık bir metin kurgulamış. Tabii ki buraya metni alıp merakınızı öldürmeye hiç niyetim yok. Ancak şunu söylemeliyim ki bir an önce öykülere geçmek için kışkırtıldığımı hissettiren bir sayfaydı.
Sayfayı gülümseyerek çevirdim. Tamam, işte ilk öykü. Okulev. “Ah, tam benlik bu kitap” demem için bu başlık yetti de arttı bile! Ancak bir solukta okuduğum metin öykü değildi. Bir paragraflık, tek kelime ile nefis bir sunu yazısıydı. Sevgili Dinçer Sezgin ve Nevzat Süer Sezgin ile göz göze gelmiş gibi hissettim kendimi.

Yazımın girişinde farklı bir okuma serüveni yaşayacağımı vurgulamıştım anımsarsanız... Beyaz Güvercin’in ilk öyküsü “Hokkabaz” bu kanımı pekiştirmekle kalmadı, beni “durdurdu”! Evet, dört satırlık kısacık öyküyü bitirdiğimde elimdeki kitabı kapatıp arkama yaslandım. Hani, çikolatayı ağzınıza atıp ağır ağır çiğnemeye başlarsınız... Harika bir tat yayılır damağınıza, gözlerinizi kapatıp hiç bitmesin istersiniz. Aynen öyle.
Her zaman söylemişimdir; iyi bir metin insanda yazma isteği uyandırır. Hiçbir Şeyin Beklentisi ve Yedi Yeşil Fil’den sonra Gönül Çatalcalı’nın üçüncü öykü kitabı olan Güvercin Beyazı, bu bağlamda övgüye değer bir yapıt. Bir an önce okuyup bitiririm diyorsanız, yanılırsınız. Ağır ağır, tadına vara vara okunuyor.
Kitaptaki öykülerin bir bölümü, özellikle Anglo-Sakson edebiyatında belli bir ağırlığı olan, ülkemizde ise çok sık rastlanmayan kısa öykü türünde. Yazar, uzun öykü olarak nitelendirebileceğimiz çalışmalara da yer vermiş.
Gönül Çatalcalı’nın yazarlık serüvenine büyüteç tuttuğumuzda, “insan”ı daima öykülerinin odağına aldığını görüyoruz. Bu yapıtında da durum değişmiyor. Çaresizliği, sevinci, umutsuzluğu, naifliği, direnci, vurdumduymazlığı, acımasızlığı, bilinmezliği kuşanan insanın birbirinden farklı hallerine tanıklık ediyoruz. Kahramanlarını özellikle silik tuttuğu mekânlarda, “zamansız” zamanlarda var ederek varlıklarını daha da güçlendiriyor.
Çatalcalı’nın en yetkin olduğu noktalardan biri, kuşkusuz toplumsal olayları asla slogana yaslanmadan, incelikli duygu-olay örgüsü eşliğinde işlemesi. Buna en iyi örneklerden biri “Şef Garson” adlı öykü. Toplumdaki ötekileştirme mekanizmasının nasıl çalıştığına dair bize çok zengin ipuçları veriyor. Bir diğer öykü ise “Palyaço”. Alçak sesle, adeta fısıltılar ile anlatılmış. İnsanın içine işliyor her satır. “Gazete Kesikleri” ise iç acıtıcı olduğu kadar sorgulayıcı da. Öyküyü bitirdiğimde yüreğimi incecik bir sızının kapladığını hissettim. “Yağmursuz ve Kedisiz” ise kadın-erkek ilişkilerine dair bir metin. Yazar, yine hiç sesini yükseltmeden, bu netameli konuyu adeta iğne oyası gibi işlemiş.
Kitaptaki kırk iki öykünün ortak özelliği ise duru bir Türkçe ile kaleme alınmış olmaları. Metinler fazlalıklardan arındırılmış, akıcı bir dile sahipler. Anlaşılması zor betimlemelerden uzak durulmuş.
Yazıya başlarken pek çok öykünün üstünde tek tek durmayı planlamıştım. Ancak vazgeçtim. Nedeni çok basit: Kitap, kapağındaki beyaz güvercin gibi özgürce kendini size sunsun istiyorum. Alın elinize, o bembeyaz tüyleri okşar gibi okşayın bu kitabı.
Ancak hemen kitaplığınıza kaldırmayın. Bırakın masanızın üstünde dursun. Kısa bir süre sonra yeniden elinize almak isteyeceksiniz çünkü...
Peter Handke, “En iyi hikayeleri hayat yazar” der. Gönül Çatalcalı, usta işi öyküleriyle bu sözü adeta ters yüz ediyor. Hayatın ritmi ile iç sesinizi buluşturmak için, Güvercin Beyazı biçilmiş kaftan!
Meltem U. RUSCUKLU




Üyemiz GÜLSEREN MUNGAN'ın "DALDAN DALA" adlı kitabı Kanguru Yayınlarından çıktı.







Üyemiz SUNA GÜLER'in "DATÇA SERÜVENİ" ve "GÜNAH KADINA YARAŞIR" adlı kitapları çıktı.



DOĞADAN TARİHE DATÇA SERÜVENİ:
Trekking Öyküleri. 09.11.2013 Sokak Kitapları yayınları.
Arka Kapak'tan bir alıntı: "Pek çok parkuru yürümüş bir sporcu olarak iddia ediyorum ki Datça, trekkingle ilgilenenlerin "Kabe"si olmayı hak eden bir yarımadadır. Denizden başlayıp doyamayacağınız manzaralar ve tarihi kalıntılar arasından denize yürürsünüz. Değişken doğasını izlemekten, fotoğraf çekmekten kaç kilometre yürüdüğünüzün farkına varmazsınız. Her parkurda, hedefe ulaştığınızda doğal bir mola alanıyla karşılaşırsınız. Terinizle birlikte kaslarınızdaki yorgunluğu da denize bırakır tazelenmiş olarak dönüş yoluna koyulursunuz."



GÜNAH KADINA YARAŞIR: Roman. 17.07.2013 Sokak Kitapları yayınları.



"Bu olayı çözdüğünü sanan herkes yanılıyordu. Değil o zaman, iki yılı aşkın bir süre sonra tüm yaşanmışlıklar sergilenip deliller ortaya dökülüp değerlendirildiğinde bile asıl gerçek ortaya çıkmış değildi. Hengameye uyanınca her şeyi gördüğünü sanan evin büyük çocukları Cengiz'le Nahide de yanılıyordu. Hatta yaşanmışlıkların bedelini ödediğini sanan, olayın tam ortasındaki kadın bile yanılıyordu. Deneyimsiz olduğu için seçilen yeni mezun avukat belki biraz sezmişti, biraz da davaya bakan yargıç... Onlar da suçun peşindeydiler, kadının cinayetteki payını araştırıyorlardı. Hiç kimse günahın kimde oluşuyla ilgili değildi. Bunu soruşturmaya gerek yoktu ki zaten. Erkeğin elinin kiriydi, günah yüklendiği nerede görülmüş, duyulmuştu? Öyle ya da böyle, gühah kadına yaraşırdı... Gönüllü ya da gönülsüz."



Üyemiz ESMA ZAFER ERTAN 'ın "BİR BİLET LÜTFEN " adlı kitabı çıktı.







Üyemiz NİLGÜN ERDEN'in "SESSİZ ÇIĞLIK" adlı kitabı çıktı.(siniz.)

SESSİZ ÇIĞLIK –
ARKA KAPAK YAZISI
Her dönemde saygın ve üretkendir kadın.
Doğurur, besler, büyütür; yavrusuna değerler kazandırır.




Erdemini övünç konusu yapmaz, alçakgönüllüdür.Erkek egemen toplumda bu üstün nitelikler ne denli geçerlidir?Kadın, kendisine yaraşan konumda mıdır?NİLGÜN ERDEM ezilen, horlanan; ama direnen, karşı koyan, çözüm üreten kadını anlatıyor. Zamana yenik düşen yaşlı, hasta ve yoksul kadınların dramını öykülüyor. Aile kavramının önemini, sevginin yüceliğini vurgularken gerçek yaşamdan kesitler veriyor. Bir çığlık bu öyküler, dokunaklı bir çığlık,
SESSİZ ÇIĞLIK…




Üyemiz Mine ÖMER'in "GÖSEKYÜZÜ SEVİNCİ " adlı kitabı çıktı.



Gökyüzü Sevinci/Mine Ömer
Neziher Yayınları-10
KurşunKalem Edebiyat Dergisi Çocuk Dizisi
Editör: Gönül Çatalcalı
Resimleyen: Azime Akbaş Yazıcı
Kapak Tasarım/ Dizgi PerihanÖmer
Birinci Baskı: Nisan 2013


Üyemiz Gülseren ENGİN'in "AĞLAMA SMYRNA DÖNECEĞİM" adlı kitabı çıktı.
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali öncesi 1914-1999 yılları arasında geçen bu romanda Güzeller güzeli Rum kızı Smyrna’nın başından geçenler ve büyük aşkı dile getirilirken zeminde İzmir’in işgali için yapılan hazırlıklar, dönen dolaplar anlatılıyor.


“Smyrna söylenenleri derin bir üzüntü içinde dinliyor, masadakilere bir şey belli etmemeye uğraşıyor, gülümsemeye çalışıyordu. Bütün gece sık sık gözleri Maşatlık’taki çoban ateşlerine gitmişti. Sevgilisi, canının bir parçası Çakır Osman da orada olmalıydı. Kim bilir o da ne kadar üzgündü. Smyrna, onun bu gece İzmir’i terk edeceğini biliyordu. Bir gün önce son kez buluşmuşlardı. Smyrna saatlerce ağlamış, kendisini de beraberinde götürmesi için sevgilisine yalvarmıştı; ama Osman bunu kesinlikle kabul etmemişti. O bir askerdi ve savaşmaya gidiyordu. Bir kadının, hele Rum olan Smyrna’nın orada yeri olamazdı. Kendisi bile nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu ki… Çakır Osman bir ara Smyrna’nın gözlerinin içine bakmış:
“Ağlama Smyrna, bir gün mutlaka geri döneceğim. Savaşacak ve İzmir’i kurtaracağız. O zaman gelip seni alacağım. Karım olacaksın. Söz veriyorum.” Demişti.
Bu kez sevinç gözyaşları dökmüştü Smyrna. Osman’ın karısı olmak hayal bile edemediği bir mutluluktu; ancak o güne kadar nasıl sabredecekti? Osman olmadan nasıl yaşayacaktı? Sevgilisinin savaş meydanlarında ölümle burun buruna geldiğini bilerek yaşamak çok zordu. Bunu düşündükçe yüreğine bir bıçak batıyormuşcasına canı yanıyordu. “





Üyemiz BELMA ALPER UĞURLU'nun "BEN NE SÖYLÜYORUM AİLEM NE ANLIYOR" adlı kitabı çıktı.

Gençlerin ve ailelerinin dünyasına öykülerle çıkılan bir yolculuk…


Birbirimizi doğru anlayabiliyor muyuz? İsteklerimiz, hayallerimiz, düşlerimiz çok mu farklı? Amacımız anlamak mı yoksa yönetmek mi?  Çocuklarımız herkese küs, çevrelerine ilgisiz, yaşama duyarsız mı? Onları üzen, yaralayan; yalnızlıkları mı, yoksa toylukları, bilinçsizlikleri mi?
 Anne ve babalarımıza sesimizi duyurmakta zorlanıyor muyuz?  Onların tecrübeleri bizim için ne anlam ifade etmeli? Mutlu, sağlıklı ve başarılı bir hayatı birlikte nasıl yaşayabiliriz?  Üzerimize düşen sorumlulukların farkında mıyız?  Elinizde tuttuğunuz kitap gençle ve ailelerinin, sorularına yanıt bulabileceği farklı bir pencere açacak…



Üyemiz FATMA GÜREL 'in "ÖLMEZ AĞACIN EVİ" adlı kitabı çıktı.



Ölmez Ağacın Evi kısa bir süre önce yayınlandı. Bu romanın baş kahramanı Edremit. Çocukluk ve gençlik yıllarımın Edremit'ini, zeytin ağacını ve zeytincileri yazdım. Bir dönemin yaşam biçimini, değerlerini, alışkanlıklarını, düşünsel yapısını anlatırken kendim de gerçek biçimde bu ortamın içindeyim.





Üyemiz GÜLSÜM CENGİZ'in "DİE FARBE DES MİTTELMEERES- AKDENİZİN RENGİ" adlı kitabı çıktı.




Şair yazar Gülsüm Cengiz’in şiirleri, şair ve akademisyen Dr. Özgür Savaşçı tarafından Almancaya çevrilerek, Almanya’da Verlag Anadolu tarafından iki dilli (Almanca ve Türkçe), Die Farbe des Mittelmeeres- Akdeniz’in Rengi adıyla yayınlandı. Editörlüğünü Bernhard Leitz’in yaptığı kitabın kapak resmi Aslı Akyüz’e ait.

Bu kitapta; şiir, tiyatro, çocuk ve gençlik yazını alanlarında yapıtlar veren Gülsüm Cengiz’in; insan odaklı, yaşamdan beslenen, yaşamı ve umudu yansıtan şiirleri yer almaktadır.



Üyemiz VİCDAN EFE'nin "KAR BULUTLARININ ÖTESİ" adlı kitabı çıktı.




Balıkesir'de yaşayan Ardahanlı Bahtiyar, henüz çocukluğunda, babasıyla birlikte dedesinin cenazesi için gittiği köyünde karar vermiştir, dede topraklarında okumaya ve yaşamaya. Meslek yüksek okulunda arıcılık okumak için gider Ardahan'a. Burada rastlantıyla tanıştığı Çağkan'ın hikayesine tanık olur. Kura Nehri ve Ardahan Kalesi, geçmişteki çocuk ve delikanlılarla şimdiki çocuk ve delikanlılar için bağlantı yerleridir.


Coğrafyası, kültürü ve tarihi, ilkgençlik romanı kurgusu içinde elverdiğince anlatılmaya çalışılır. Böyle olunca, her yaştan kişinin okuyabileceği bir roman niteliği kazanmıştır...






Üyemiz Nuray KAYA'nın "BAVUL" isimli kitabı kitabı çıktı.






Kalbin de bir belleği vardır. Ne unutur, ne unutturur; er geç kusar içindekileri. Bir bavula kaç hayat sığar? Gitme vakti geldiğinde zamanı geri çevirmek mümkün müdür? Peki, biten aşklarınızı emanet edebileceğiniz bir yer var mıdır yeryüzünde? Doğru zaman, doğru insan ve doğru aşk var mıdır sahiden? Geçmişiyle geleceği arasında sıkışıp kalan Elif, hayatını yoluna koymak ve bu sorulara cevaplar bulmak için bir yolculuğa çıkar. Geçmişi yüzleşmek, geleceği cevaplar bulmak için kapısında beklerken, tek isteği hayatının geri kalanı için doğru kararı verebilmektir.
 Bavul sizi aşk, hüzün ve umut dolu bir yolculuğa çıkarmak için kapınızda bekliyor olacak.
"Kapı eşiklerini ekvator çizgisine benzetirim. Hangi tarafın kışa yakın durduğu değişebilir. Bazen yaşananların şiddeti de eşikteki mevsimi değiştirebiliyor. Eğer eşikten atlama vakti gelirse adım atacağı yeni eşik kadar geride bıraktığı mevsime de dikkat etmeli insan.”
“Giden kalandan her zaman daha şanslıdır. Gidenin söyleyecek cümleleri varken kalan suskunlaşır ve ne yazık ki gidenin hayatında yeni başlangıçlar, kalanın hayatındaysa mazi vardır.”



ÜYELERİMİZDEN AYTEN KAYA GÖRGÜN'ÜN İLK ROMANI "ARIZA BABALARIN ÇATLAK KIZLARI" AYRINTI YAYINLARINDAN ÇIKTI.

Ayten Kaya Görgün’ün ilk romanı Arıza Babaların Çatlak Kızları, köyden kente göç olgusunu, Ankara’nın varoşlarında kır ve kenti iç içe yaşayan birinci ve ikinci kuşak göçmenlerin yaşam öykülerini daha çok kadınlar üzerinden ironik bir dille işliyor.
Aynı havanda dövülüp, aynı imbikte damıtılan insanların kimilerinin sirke, kimilerinin şıra, kimilerinse şarap olma öykülerini anlatıyor.
Romanın sadece kadına ve kadına dair sorunları içermediğini çok başka daları bu merkezden uzaklaşmadan, özellikle ‘dil’ ve ‘kimlik sorgulaması’ değindiği konuların başını çekiyor.
“ Yıllar geçtikçe anlayacaklardı ki; insan bir yaştan sonra yeni bir türkü, yeni bir şiir ezberleyemiyordu. Ne varsa dağarcıklarında, filizken sürgülerine yürüyen suda ve güneşteydi. Ninelerinin dillerindeki ezgiyi kırk yıl, elli yıl neden düşürmediklerini, babalarının bir iki kadeh içtikten sonra başka hiçbir yerde duymadıkları türküleri söylemelerini, masalları anlatmalarını, gözlerinin dalıp gitmesini, kendi kendilerine konuşmalarını, gizli gizli ağlamalarını ancak yolun yarısında anladılar. Oysa yıllar öncesinde, kâğıtla, kalemle değil dilden dile beslenen, elleri nasırlaşmış, yüreklerine sabır işlemiş kocakarılar, durumu çok evvelden özetlemişlerdi; “İnsan yediğini sıçar.”


ÜYEMİZ GÜLSÜM CENGİZ'İN "KADINLAR İÇİN SÖYLENMİŞTİR" İSİMLİ KİTABI ÇIKTI.

Anadolu’da Kadınların 6000 Yıllık Şiirli Tarihi





20 yıl süren bu çalışmanın amacı; insanlık tarihinin başından bu yana Ege’den Mezopotamya’ya, Karadeniz’den Akdeniz’e kadar yaşadığımız coğrafyada çeşitli evrimlerden geçmiş kadın yaşamlarına şiirli bir tanıklık sunmak… Şiirlerin yazıldığı dönemlerdeki toplumsal ilişkilere, değer yargılarına, kadının toplumsal yaşam içindeki yerine, kadın erkek ilişkilerine, kadın yaşamlarına ışık tutabilmek… Kadınların yaşam koşullarını ortaya koyarken; değişme istek ve çabalarına, bu uğurda verilen mücadeleye, direnç ve umuda da tanıklık etmek… Kadının ya da daha doğru bir söyleyişle insanın özgürleşmesi için yapılan etkinlikler ve yürütülen mücadele için bir kaynak oluşturabilmek… Kadının cins olarak da emekçi olarak da sömürülmediği bir dünya kurma ve insanın özgürleşme mücadelesine küçük de olsa bir katkı sunabilmek için...
Bu çalışma; kadınların toplumsal yaşam içindeki yerlerine, yaşam çevrelerine, yaşlarına vb. durumlara göre değişik bölümlere ayrılmış ve usta ozanlarımızın dizeleriyle adlandırılmıştır. Kadınların yaşam koşulları Gülten Akın’ın “Kadın Olanın Türküsü”; genç kızlar Fikret Demirağ’ın “Kızım Ürkek İçli Bir Kuştur”; analık durumu Arif Damar’ın “Analar”; emekçi kadınlar Süreyya Berfe’nin “Sevgiyle Başlarız İşimize”; doğunun kadınları Hilmi Yavuz’un “Doğu’nun Kadınları”; bedenini satarak yaşamaya çalışan kadınlar Sabahattin Yalkın’ın “Kör Yaşam”; haksızlıklara karşı çıkarak mücadele eden kadınlar Sennur Sezer’in “Doğuran Bir Kadına Direnç” şiir adlarıyla belirtilmiştir.


ÜYEMİZ VİCDAN EFE'NİN "İKİ KIZ BİR OĞLAN" VE "SEVGİNİN RENGİ" İSİMLİ 2 ÖYKÜ KİTABI KOZA YAYINLARINDAN ÇIKTI.

İKİ KIZ BİR OĞLAN

Yarıyıl tatili için Eskişehir’den İzmir’e ailesiyle halasının yanına gelir Nevval ve Nigâr. İki kardeş, halalarının oğlu Tayfun’un yaramazlığıyla nasıl baş edeceklerini düşünürken, olaylar öyle gelişir ki pek çok şeyi onunla paylaşırlar. İzmir’e giderken tren yolculuğunda Çiğdem Öğretmen’le tanışmışlardır.
Birlikte geçirilen bir hafta, paylaşılan sırlar, öğrenilen yeni bilgiler, edinilen dostluklar; roman kahramanı çocukların ilk gençliğe adım atacakları bir dönemde yeni başlangıç oluşturur yaşamlarında. Farklı dünyalara açılan pencerelerden bakıp yaşamdaki ortak noktalardan geçerek özgünleşen ve özgürleşen kahramanların her biri, bu birikimden kendi payını alır ve daha güvenle bakar hayata. Birlikte yaşanan bu bir haftanın, geleceklerini nasıl etkileyeceğini okurlar gibi kendileri de merak ederler…

SEVİNCİN RENGİ



Sıradan hayat içinde duygu ve duyarlılığıyla fark edilen Zeliha’yla birlikte nefes alıp veririz. Komşusu Sevinç ablanın suskun, sade yaşantısında gizlenmiş olan değişik renkleri bulup çıkarmıştır Zeliha. Hayata bu renklerle bakmaya çalışır. Günlük yaşantının içinde, ayrıntılardaki derin anlamların peşindedir ya da olaylara kendisi müdahale ederek anlamlandırmaya çalışır.
Bu romanı okuduktan sonra, hayatın yetişkinlerden çok çocuklar tarafından yönlendirildiğini görebiliriz.



ÜYEMİZ SULTAN SU ESEN'İN "ASLI'NIN DÜRBÜNÜ" İSİMLİ ÇOCUK KİTABI KOZA YAYINLARINDAN ÇIKTI.



Aslı’nın Dürbünü’nde bir kız çocuğunun geleneksel bir ailede kent ve kırsal arasındaki özgün yaşamını anlatmaktadır. O yıllarda henüz televizyon yoktur.
Aslı, farklı ortam ve kültürlerde, büyükler ve küçükler arasında bocalasa da kısa zamanda dengeyi kurar ve uyumlu yaşamayı öğrenir.
Kentte yaşayıp da okula gidemeyen kızların, köyde yaşayıp tarlada çalışan yaşıtlarının zorluğunu gördükçe acı çeker. Nedenlerini anlamaya çabalar. Bir gün kendisinin de okuldan alınabileceği korkusunu taşır. Ancak kendisinden yaşça büyük kuzeni Melahat ablasının lisede okuması ona güven verir, yolunu açar.
O sıcak aile bağlarının olduğu, çağdaş sayılabilecek bir ailede dünyaya gelmiştir. Babası kız ya da erkek evlat ayrımı yapmaksızın çocuklarını okula göndermektedir. Aslı bu ayrıcalığının farkındadır. Büyükannelerden annesinden hala ve teyzelerinden dinlediği ilginç masallardan öğütler alır. Zengin bir geçmişe sahip olan yöre ve kentte gördükleri, Aslı’nın düş dünyasını genişletir. Edindiği çoğu bilgiyi defterine not ederek, yaşamın gerçeklerini giderek anlar. Geleneksel yaşam ve çağdaş yaşamın ayrımını, özgürlüğün anlamını öğrenir.
Düş kurmayı çok sever. Düşleri sınırları aşar. Amcasının Almanya’dan izne gelişi evde bayram havası yaratır. Onun gelişi Aslı’nın gezme görme duygusunu, yabancı dil öğrenme hevesini körükler. Derslerine istekle çalışır, başka kentlerdeki, hatta ülkelerdeki yaşıtlarının yaşamını merak eder ve okuyup öğretmen olmayı amaçlar.
Annesi Aslı’nın çok soru sormasından ve ona göre abuk sabuk meraklarından şikayet etse de, babası kız çocuklarının okuması gereğinin bilincindedir.
Kardeşlik, arkadaşlık, dostluk, paylaşma, hayvan sevgisi, doğayı koruma, aile bağı gibi kavramların yer aldığı kitapta; çok çocuklu bir ailede, çocuğun var olma duygusu, saflıkları, büyükler ile ilişkileri merakları, kardeşler kuzenler arası didişme ve dayanışmanın güzellikleri, amca yeğen, teyze, hala, dayı sevgi bağının önemi, çekirdek ailelerin henüz var olduğu bir zamana yolculuk yaparak, Türkçe dilinin güzelliğine vurgu yapılır. Türkçe dilinin destansı ve masalsı metinleri anlatmada ve yazmada dünyanın en güzel dillerinden biri olduğu da vurgulanır.
O yıllarda okullarda “yerli malı haftası” gibi bazı güzel alışkanlıkların heyecan verici olduğunu, kendi dilimizi iyi öğrenemeden yabancı dillerle eğitim yapan çocuklarımıza, güzel geleneklerimizi anımsatmayı da amaçlar.
Kent ve kırsaldaki çocukların yaşamından kesitler öyküleşerek romanın detaylarını oluşturur.


ÜYEMİZ NALAN YILMAZ'IN "KÖZ" İSİMLİ ÖYKÜ KİTABI ŞENOCAK YAYINLARINDAN ÇIKTI.
Her çocuk bir kahramandır!

KÖZ yaşam gibidir. Kendinden yeni alevler üretir. Başladığı yerde biter, bittiği yerde başlar.
Nalan Yılmaz, öykücü kimliği ve sanatçı bakışıyla ‘bilimsel gelişmenin özellikle teknolojinin insan yaşamındaki yerini' sorguluyor. Çağdaş yaşamın çarpıklıklarının yanında, çağın gerisinde kalmış yörelerdeki sorunlar sarmalına da dikkatimizi çekiyor.

KÖZ, hayallerden günün gerçeğine, gerçeklerden bilinmeze doğru giden düşündürücü bir yolculuk.
KÖZ, küllenmemiş yaraların, değiştirilememiş yazgıların, insanlığı bekleyen sorunların alışılmışın dışında bir dil ve kurguyla anlatıldığı öyküler demeti.



ÜYEMİZ EMEL KAYIN'IN "KENTİN KIYISINDA VE İÇİNDE OLMAK:İNCİRALTI" İSİMLİ KİTABI HEYAMOLA YAYINLARINDAN ÇIKTI.
İzmir kentinin yirminci yüzyılın ortasından bugüne uzanan sarsıntılı gelişme sürecinde "kentliler için plaj", "çiftçiler için tarım alanı", "sporcular için konaklama mekânı", "öğrenciler için barınak", "sol hareket için kale", "sanatçılar için sığınak", "yoksullar ve giderek yoksullaşan orta sınıf için ulaşılabilecek en yakın deniz" gibi kimliklerle katmanlanmış güçlü bir belleği yapılandırdığı halde, günümüzde kendisini küreselleşme çağına özgü iri yapılaşma tasarılarının baskısıyla karşı karşıya bulan direnişçi kıyı İnciraltı'ndan yazarının hayatına, yazarının hayatından da yeniden İnciraltı'na dönen bir anlatı...


"Bunca karmaşasına, çelişkisine, bir sorunlar yumağı gibi değişmesine rağmen, İnciraltı'nı neden birçok yerden daha fazla seviyordum? Dört bir yana yayılan bir yapılaşmayla çevrelenmiş olsa da İnciraltı hâlâ bu kentin kıyısıydı. Ben de hayatım boyunca kendimi hep her şeyin kıyısında konumlandırmış ve hep her şeyin içinde bulmuştum. Bu yüzden de hayatım bir direniş hikâyesiydi. Sıradanlaştırıcı, kayganlaştırıcı, verili düzen tarafından tayin edilmiş bir normallik haline doğru normalleştirici her kurguya direnmiştim. İnciraltı ile birbirimize direniş hikâyelerimiz yüzünden tanıdıktık. Sükûnetle kolkola girmiş isyanımız yüzünden...Kentin ve hayatın deviniminin içine hızla itilirken, kalabalığın ortasında yalnız kalmaya cesaret edebilmek yüzünden...Kıyı olma ruhu, kıyı olma hali yüzünden...
İnciraltı'nı kentin orta yerine düşmüşken bile, hâlâ kıyı(da) kalmaya cesaret edebildiği için yazabilirdim." / (Kitaptan)



ÜYEMİZ SEVİLAY UZTUTAN' ın "TAŞLARLA ADSIZ YAŞAMAK" İSİMLİ ROMANI AKÇAĞ YAYINEVİNDEN ÇIKTI.

Sizin hiç Serebral Palsi'li çocuğunuz oldu mu?  Bir ailenin iki kuşak yaşamı ve hatanın bedeli....
Kararsızlık bir süreçti. Kısa tutmak, derin düşünmek gerekirdi. Derinliğin ölçütünü insanlar belirlerdi. Ya rahatça yüzüp geçeceksin karşı kıyıya. Bu senin zaferin olacak. Ya da boğulup batacaksın diplere doğru, çırpına çırpına, Nefesin bir gidip bir gelecek önce. Soluksuz kalacaksın. Vücudunun ağırlığı çırpınışlarını kesecek. İki misli olacak bedenin suyun altında, hissedeceksin. Anlayacaksın ki o zaman bazı hataların dönüşü yok. Bu son kaçınılmaz olan sondur.
Ve bir kadın... Mitolojiden tasavvufa noratik sapmaların kişiliğine yer ettiği yaşamında sadece taşlar ve oğlu vardı.

Kadın büyük saksının içindeki taşları sopayla karıştırmaya başladı. Gücü yetersiz kalıyor kuvveti sinmiyordu. Bıraktı karıştırmayı. Derin bir nefes aldı. Dudakları kımıldadı hafiften. Tekrar karıştırmaya başladı. Karıştırdı… O karıştırdıkça bir ısı yükseldi saksıdan. Isıyla birlikte bir ışık.
Saç diplerinden iki damla süzüldü şakaklarına. Damlalardan biri yanağında dağıldı. Ötekisi çenesine doğru indi. Soğuk iki damla…. Hal-i ruhaniyesi gibi sakin, telaşsız kayıp gittiler. Telaşsız ve sabırlı. Bir üçüncü damla indi arkadan oda dağıldı yanağında, dağılıp yayıldı yüzünde. Bir zerrede dudağına bulaştı. Diliyle dokundu bulaşana, tuzlu bir tad yayıldı ağzının içinde. Var gücüyle dayandı sopaya! Sonra fısıldadı kadın;.....




Üyemiz SEDEF KANDEMİR'İN

"GUGUKLU SAATİN ÇALDIĞI GÜN" isimli roman kitabı Bence Kitap'dan çıktı.
Guguklu öpücüklere boğan, bu koca kafalı, yakışıklı adam, benim babamdı, ilk hatıram.saatin çaldığı günde gelmişti babam. Bir guguk kuşunun seslendirdiği şaşkınlıktı mutluluk. Bir anda boşluğa düşerken, beni kavrayıp, havaya kaldıran, döndüren, sonra
“Komünist ne demek anne, devrim nasıl olur, bu resimlerin arkasında neden ‘Cezaevi - Görülmüştür’ yazıyor? Bu damgayı neden karalamaya çalıştın?” diye henüz sormayı akıl edemediğim uzun yıllar geçiyor. Babam var benim; o hem yakışıklı hem güçlü, bir sürü tekerleme uyduruyor benimle konuşurken ve uzun uzun masallar anlatıyor. Perde halkasını parmağıma geçirip, parmağım şişip morardığında, demir atölyesine götürüyor, halkayı kestirip parmağımı kestirtmediği için babamı daha çok seviyorum. Anaokulundan beni almaya geldiğini hatırlıyorum, işsiz geçirdiği altı ayda bana baktığı günleri hatırlayamıyorum. Bir kucaklaşma, bir gülüş, başlangıç ve sonrası gözlerimi kapatıp bir şeyler görmeye çalıştığım karanlık günler. — Sedef Kandemir ile birlikte.





Üyemiz AYŞE YAMAÇ'ın "DOKUNDUĞUM YARALAR" isimli şiir kitabı Arstop Yayınevinden çıktı.



Üyemiz ZÜBEYDE SEVEN TURAN

KARABURUN-BÖRÜLCE ŞİİR GÜNLERİ ŞENLİKLERİNDE

23 Ağustos 2011 tarihinde gerçekleşecek olan "GÜNEŞİ ÖPMEK İÇİN" etkinliğinin konusu "Kadın ve Barış"




3. DATÇA EDEBİYAT GÜNLERİ



EKYAZ ÜYELERİ 3. DATÇA EDEBİYAT GÜNLERİNDE BULUŞUYOR
Tarih: 12 / 13 / 14 Ağustos 2011 Düzenleyenler: Datça Belediyesi - Edebiyatçılar Derneği
EKYAZ Üyelerimizden GÜZİN ORALKAN, EMİNE AZBOZ, ÇİĞDEM ÜLKER, SUNA GÜLER, MÜESSER GÜNER VE HİLAL KARAHAN 3. DATÇA EDEBİYAT GÜNLERİNDE BİR ARAYA GELİYOR.
12 / 13 / 14 Ağustos 2011 tarihlerinde gerçekleşecek olan Etkinliğin onur konuğu ÖZKAN MERT
3. DATÇA EDEBİYAT GÜNLERİ PROGRAM AKIŞI
Tarih: 12 / 13 / 14 Ağustos 2011 - Düzenleyenler: Datça Belediyesi - Edebiyatçılar Derneği
1. GÜN: 12 AĞUSTOS 2011 CUMA - Saat: 14.00 - Can Yücel Müze Evi Ziyareti
Saat: 15.00 -Yer: Can Yücel Kahvesi -“Akdeniz Yaraşıyor Sana” -Can Yücel’i Anıyoruz
Yöneten: Murat Şahin -Katılımcılar: Özkan Mert, Şadan Gökovalı, Aydın Ilgaz. -Saat:16.00
Yer: Can Yücel Kahvesi -Bir Şair, Bir Can, Bir Vasiyet ; Tohumculuk” -Yöneten: Ahmet Tuncay Karaçorlu -Katılımcılar: Güzel Yücel, Tunç Soyer, Selimin Karaosmanoğlu, Prof. Dr. Tayfun Özkaya. -Saat: 18.00 -an Yücel Anıt Mezar Ziyareti -Saat: 21.30 -Yer: Amfitiyatro
“Etkinlik Açılışı” -Sunuş: Oktay Dal -Konuşmacılar: Ayça Bilgin (Edebiyatçılar Derneği Genel Sekreteri), Özkan Mert (Onur Konuğu), Şener Tokcan (Datça Belediye Başkanı).
Saat: 22.00 - Yer: Amfitiyatro - “Onur Konuğu Özkan Mert” -Sunuş: Gökhan Cengizhan
“Onur Konuğumuz Özkan Mert ile Şiire Yolculuk” -Saat: 22.30 -Yer: Amfitiyatro
Fotoğraf / Müzik / Şiir Dinletisi -Mehmet Arslan Güven’in " Fotoğraflar” , “duvarlardan mesajlar” ve “beş yer” adlı fotoğraf gösterileri eşliğinde; Özkan Mert ve Can Yücel Şiirleri.
Saat: 23.00 -Yer: Amfitiyatro - Film Gösterimi -Rıfat Ilgaz Belgeseli” -. GÜN: 13 AĞUSTOS 2011 CUMARTESİ -Saat: 15.00 -Yer: Reşadiye - Çınaraltı -Kadınlar Edebiyatın Neresinde?”
Katılımcılar: Müyesser Güner, Emine Azboz, Çiğdem Ülker, Suna Güler. -Saat: 17.00
Yer: Özbel Kapı Cafe Restaurant -“Devlet Gazetecilerden Ne İster?” -Katılımcılar: Şükran Soner, Adnan Gerger, Gökhan Bulut. -Saat: 18.00 -Yer: Özbel Kapı Cafe Restaurant -“Rıfat Ilgaz 100 Yaşında” -Katılımcılar: Aydın Ilgaz, Lütfiye Aydın, Süreyya Karacabey. -Saat: 21.30
Yer: Amfitiyatro -Belgesel - Oyun / 2 Perde -“Aşk Olsun Sana Çocuk” -Samsun Sanat Tiyatrosu
Sanat Yönetmeni: Yaşar Gündem -3. GÜN: 14 AĞUSTOS 2011, PAZAR -Saat: 17.00
Yer: Kent Park -“… Renk, Renklerle, Renklere” -Renk temalı İnteraktif Söyleşi -Katılımcılar: Mehmet Arslan Güven, Pof. Dr. Onur Bilge Kula. -Saat: 18.00 -Yer: Kent Park -“Gündem Türkiye; Yargılanan Kitaplar, Yıkılan Heykeller” -Katılımcılar: Tarık Günersel, Yaşar Seyman, İbrahim Çiftçioğlu. -Saat: 19.00 - Yer: Kent Park -Günbatımında Şiirler” -Şiir Dinletisi
Katılımcılar: Özkan Mert, Gökhan Cengizhan, Tarık Günersel, Şadan Gökovalı, Hilal Karahan, Güzin Oralkan, Adnan Gerger, İsa İnan, Coşkun Karabulut.





















2010 İZMİR TÜYAP ETKİNLİKLERİ

2010 İZMİR TÜYAP ETKİNLİKLERİ
Fuar ayrıntıları için resme tıklayınız